İslam|İslamiyet|Din|Müslümanlık
  Islam Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?



Islam Forum - Akp'ye Açılan Davanın Tam metni

Burdasın:
Islam Forum => İslam Gündemleri => Akp'ye Açılan Davanın Tam metni

<-Geri

 1 

Devam->


Mert Kurga
(şimdiye kadar 4 posta)
28.08.2008 09:36 (UTC)[alıntı yap]
AK Parti`ye açılan davanın iddianamesi tam metni

İşte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, AK Parti`nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi`nde açtığı davanın iddianamesi.. Tam metni..

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, AK Parti`nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi`nde açtığı davanın iddianamesinde, ``Türkiye`de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam`ın temel düsturu şeriattır`` denildi. İddianamede, ``laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek`` olarak isimlendiren kapatma nedeninin, Anayasa`nın 69. maddesinin (6) fıkrası yoluyla, 68. maddesinin (4) fıkrasında düzenlenmiş bulunduğu belirtilen iddianamede, laikliğin, ``Orta Çağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimi`` olduğu kaydedildi. Laik düzende dinin, siyasallaşmadan kurtarılarak, yönetim aracı olmaktan çıkarılıp, gerçek ve saygın yerinden tutularak kişilerin vicdanlarına bırakıldığı vurgulanan iddianamede, ``Laik devlet düzeninde kamusal düzenlemelerin kaynağı dini kurallar olamaz ve bu düzenlemelerin dini kurallara göre yapılması düşünülemez`` denildi. İddianamede, Türkiye`de laiklik ilkesinin uygulanmasının, kimi batılı ülkelerdeki laiklik uygulamalarından farklı olduğu, laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi ve buna göre değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarmasının doğal olduğu ifade edildi. İddianamede, tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye için ayrı bir özellik taşıyan laiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilke olduğuna işaret edilerek, ``Bu bağlamda Türkiye`deki siyasal İslamı esas alan partiler ile Avrupa`daki Hristiyan Demokrat Partiler arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye`de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam`ın temel düsturu şeriattır`` denildi.

``LAİKLİK İLKESİNİN İÇİNİ BOŞALTMAYA YÖNELİK EYLEMLER...``

Türkiye Cumhuriyeti yönünden olmazsa olmaz değer taşıyan laiklik ilkesini korumak amacıyla getirilen düzenlemelere, siyasi partilerin uymak, hatta laikliği pekiştirici iş ve işlemlerde bulunmak durumunda oldukları vurgulanan iddianamede, siyasi partilerin Anayasa`da tarif edilen laiklik ilkesinin içeriğini boşaltmaya, değiştirmeye yönelik düşünce açıklamaları, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerde bulunmaları, yine herhangi bir tür diktatörlüğü/totalitarizmi savunarak, bu çerçevede suç işlenmesini özendirmelerinin de temelde laikliğe aykırılık oluşturduğu kaydedildi. İddianamede, bir siyasi partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmasının, Anayasa`nın 69. maddesinin (6) fıkrası ve Siyasi Partiler Yasası`nın (SPY) 101. maddesi gereğince, kapatma nedeni olduğu anımsatıldı. Laiklik kavramının, Avrupa kamu düzeni içerisinde de koruma gördüğüne, bu bağlamda şeriatın da Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmadığı görüşüne yer verilen iddianamede, ``Avrupa kamu düzeni içerisinde yer alan Türkiye yönünden, açıklanan kapatma nedeni, hem bu bütünün parçası olmasının hem de ayrıca kendi hukuk düzeninin bir gereğidir`` denildi. AK Parti`nin 14 Ağustos 2001 tarihinde tüzel kişilik kazandığı, 03 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimlerinde Parlamento`da çoğunluğunu elde ederek tek başına iktidar olduğu anımsatılan iddianamede, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan`ın daha önce Refah Partisi`nde siyaset yaptığı, bu parti listesinden beş yıl süre için 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği ancak 06 Aralık 1997 tarihinde Siirt`te yaptığı konuşma nedeniyle ``halkı din ayrımı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan`` 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve bu mahkumiyeti nedeniyle SPY 11. maddesi gereğince siyasi parti kurucusu (veya üyesi) olmasına yasal engel bulunmasına rağmen, AK Parti`nin kurucu üyesi olduğu daha sonra da partinin genel başkanı seçildiği anlatıldı. Bu durumun yasal olarak olanaksızlığı karşısında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`nın, Erdoğan`ın parti kurucu üyesi olamayacağının belirtilerek mevcut aykırılığın giderilmesi konusunda partiye ihtar kararı verildiğini belirtilen iddianamede, ihtar kararında öngörülen 6 aylık süre içerisinde aykırılık giderilmediğinden, AK Parti hakkında 23 Ekim 2002 tarihinde kapatma davası açıldığı kaydedildi.İddianamede, yasalarda ve Anayasa`da değişiklikler yapılarak Erdoğan hakkındaki söz konusu mevzuat engellerinin ortadan kaldırıldığı ifade edilerek, açılan ilk kapatma davasının kararının halen açıklanmamış olsa bile yasa değişikliği ile bu davaya konu SPY`nin 104. maddesindeki yaptırımın ``devlet yardımından yoksunluğa`` dönüştürüldüğü belirtildi.

Erdoğan`ın, AK Parti kurulmadan önce, ``laikliğe aykırı eylemlerin odağı oldukları`` için Anayasa Mahkemesi`nce 1998 yılında kapatılan Refah Partisi ve 2001 yılında kapatılan Fazilet Partisi`nde de siyaset yaptığı anımsatılan iddianamede, Erdoğan`ın, ara seçimde milletvekili seçilmesinin üzerine 14 Mart 2003 tarihinde kurulan 59. ve daha sonra kurulan 60. hükümetlerde Başbakanlık görevini üstlendiği anlatıldı. İddianamede, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Mehmet Ali Şahin, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun ve Zeki Ergezen`in de daha önce Refah Partisi ve Fazilet Partisi`nde, Cemil Çiçek ve Vecdi Gönül`ün de Fazilet Partisi`nde siyaset yaptığı hatırlatıldı. 22. dönemde TBMM Başkanı olan Bülent Arınç`ın daha önce Refah ve Fazilet Partisi`nde, eski TBMM Başkanvekillerinden İsmail Alptekin`in de daha önce Fazilet Partisi kurucu genel başkanlığı görevinde bulunduğu kaydedilen iddianamede, ``laikliğe aykırı eylemleri`` nedeniyle 1997 yılında Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü görevinden alınan Beşir Atalay`ın ise 58. ve 59. hükümette Devlet Bakanı, 60. hükümette de İçişleri Bakanı olarak görev aldığı ifade edildi.

Erdoğan`ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, aynı belediyenin şirketleri olan İDO Genel Müdürü Binali Yıldırım`ın Ulaştırma Bakanı, İGDAŞ yönetim kurulu üyesi Hilmi Güler`in de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, yine aynı belediyenin Veteriner İşleri Müdürü Mehdi Eker`in Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak görev aldığı belirtilen iddianamede, TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil`in de Erdoğan`ın belediye başkanı olduğu dönemde belediyeye bağlı İETT Genel Müdürlüğü görevinde bulunduğu kaydedildi.

Milletvekilleri, örgütler, yerel yönetimler ve üyeler bağlamında AK Parti`de halen siyaset yapanların, geçmişte siyaset yaptıkları partiler sıralamasında Refah Partisi ve Fazilet Partisi`nin ilk sırada yer aldığına işaret edilen iddianamede, ``AK Parti`nin tüzük ve programı incelendiğinde, soyut metinlerde hedeflenen laiklik karşıtı modele yönelik hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Ancak davalı parti, laiklik karşıtı eylem ve söylemleriyle yasalara ve Anayasa`ya aykırı olarak tüzük ve programının ötesine geçmiştir`` görüşü savunuldu.

71 KİŞİYE SİYASİ YASAK İSTENDİ

İddianamede, davalı partinin ``laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi`` ile ilgili fiil ve beyanları bulunduğu Anayasa Mahkemesi`nce tespit edilecek kurucular dahil 71 kişiye Anayasa`nın 69. maddesine göre siyasi yasak istendi. Anayasa`nın 69. maddesine göre, kararın Resmi Gazete`de yayımlanmasından sonra başlamak üzere bu kişiler 5 yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklar. İddianamede, siyasi yasak istenenler şöyle sıralandı: ``Recep Tayip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Fahri Keskin, Burhan Kuzu, Eyüp Fatsa, Nihat Eri, Eyüp Sanay, Tayyar Altıkulaç, Ömer Özyılmaz, Sadullah Ergin, Cavit Torun, Asım Aykan, İrfan Gündüz, Mehmet Çiçek, İdris Naim Şahin, Binali Yıldırım, Akif Gülle, Hasan Kara, Fehmi Hüsrev Kutlu, Musa Uzunkaya, Mehmet Aydın, Güldal Akşit, Ersönmez Yarbay, Ahmet Faruk Ünsal, Mehmet Elkatmış, Abdullah Çalışkan, Nihat Ergün, Bülent Gedikli, Egemen Bağış, Resul Tosun, Hayati Yazıcı, Sadık Yakut, Abdurrahman Kurt, Muzaffer Külcü, Selami Uzun, Fatma Seniha Nükhet Hotar Göksel, Dengir Mir Mehmet Fırat, Mehmet Zafer Üskül, Hüseyin Tuğcu, Mehmet Cemal Öztaylan, Hüsnü Tuna, Fatma Şahin, Muzaffer Gülyurt, Muhyettin Aksak, Bekir Bozdağ, Nurettin Canikli, Mustafa Elitaş, Recep Akdağ, Cevdet Erdöl, Hüseyin Tanrıverdi, Ayşe Böhürler, Hasan Cüneyt Zapsu, Hasan Balaman, Ali Uğurlu, Kamil Ünal, Mustafa Burna, Ali Tekin, Süleyman Kaldırım, Mustafa Tarlacı, Ayşe Yüreklitürk, Ahmet Genç, Mehmet Demirci, Ahmet Misbah Demircan, Hüseyin Turan, İbrahim Karaosmanoğlu, Alaaddin Yılmaz, İbrahim Halıcı, Ahmet Şükrü Kılıç.``

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, ``laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği`` iddiasıyla AK Parti`nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi`nde açtığı davanın iddianamesinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün Dışişleri Bakanlığı dönemindeki bazı açıklamaları da yer aldı.

İddianamede, ``Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak suçundan hakkında dava açılan Fetullah Gülen isimli tarikat liderinin yurt dışında kurduğu okullar bir ticari şirket olarak değerlendirilip temas ve işbirliği yapılması, Abdullah Gül`ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Bakanlığın genelgesi ile Büyükelçiliklerimizden istenmiştir`` denildi.

İddianamede, Dışişleri Bakanlığı`nın, Büyükelçiliklere gönderdiği bir başka genelge ile de; ``Milli Görüş örgütlenmesinin, Genelkurmay Harekat Başkanlığınca düzenlenen raporda, `şer`i esaslara dayalı devlet düzeni kurmayı amaçladığının` belirtilmesine ve Almanya ile imzalanan Güvenlik İşbirliği Anlaşması`nda Avrupa Milli Görüş Teşkilatı`ndan `köktenci terör örgütü` olarak söz edilmesine rağmen, bu teşkilat mensuplarının yurt dışındaki vatandaşların sorunları ve milli konularda dış temsilciliklerce gerçekleştirilen faaliyetlere katkıda bulundukları belirtilerek bu örgütle temas ve işbirliği kurulmasının istenildiği`` belirtildi.

Gül`ün yine Dışişleri Bakanlığı döneminde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın, ``AİHM`nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleştirdiği`` açıklamasıyla ilgili ``...Mademki din ve inançlarla ilgili konular söz konusu, o zaman din bilginlerinden de görüş almak gerekir şeklinde düşüncelerini paylaşmış arkadaşlarla. Bunu farklı mecralara çekmenin bir anlamı yok`` dediği aktarılan iddianamede, Gül`ün aynı dönemde ayrıca, ``Avrupa Birliği İlerleme Raporu`nun demokrasi ve insan hakları alanlarındaki sorunlar listesinde türban yasağının dahil edilmemesini eleştirdiği`` kaydedildi.

``GÜNÜ GELDİĞİNDE BUNLARIN HEPSİ KALKACAK``

Abdullah Gül`ün, ``türban yasağının AB insan hakları standartları içinde bulunmayan bir yasak olduğunu ve günü geldiğinde bu yasağın Türkiye`de kalkacağından şüphe duymadığını`` belirterek, raporda türban konusuna yer verilmemesiyle ilgili ``Tabii ki bunlar AB insan hakları standartları içinde olmayan yasaklardır. Günü geldiğinde bunların hepsi kalkacak Türkiye`de`` şeklindeki beyanları da laik devlet ilkesine aykırı olduğu savunuldu.

AİHM`de görüşülen Leyla Şahin davasında hükümet adına Abdullah Gül`ün başında bulunduğu Dışişleri Bakanlığı kanalıyla gönderilen yazılı savunmada, ``Türkiye`nin laiklik ilkesi, çağdaş eğitim konusundaki tutumu, çağdaş eğitim ilkeleri, yasal düzenlemeler ve mahkemelerin aldığı kararlara yer verilerek, Türkiye`de Anayasa`nın, din istismarını yasakladığı, türbanın üniversitelerde laik eğitimle çeliştiği ve bağdaşmadığı, gericiliği teşvik ettiği gerekçesiyle, türban yasağının Anayasa`ya uygun olduğunun`` vurgulandığı belirtilen iddianamede, 2003 yılı Kasım ayında da ``türbanın gericiliği teşvik ettiği, çağdaşlaşma yolunda geri adım olduğu, laik eğitim ilkesine ters düştüğü, siyasilerce şeriat bayraktarlığı için siyasi amaçlı kullanıldığı`` gerekçelerini içeren ek savunmanın gönderildiği anımsatıldı. İddianamede, ``Hükümet adına gönderilen ek savunmadan bir ay sonra Aralık 2003 başında haberdar olan ve ek savunmadaki ifadeleri öğrenen Dışişleri Bakanı Abdullah Gül`ün kendisini ve partisini zor durumda bırakacak ek savunmayı geri çekilmesini istemesi üzerine Türkiye`nin 10 Aralık`ta AİHM`e başvurarak ek savunmasından vazgeçtiğini, belgeyi geri çektiğini bildirdiği`` ileri sürüldü.

Gül`ün, konuyla ilgili ``...Hükümetimiz adına yeni bir savunma mevcut değildir. Kaldı ki, hükümetimizin konuyla ilgili tutumunun yasaklama yerine özgürlükten yana olduğu bütün kamuoyunca bilinmektedir`` dediği de aktarıldı.

İddianamede, Abdullah Gül`ün Dışişleri Bakanlığı döneminde farklı tarihlerde türbanla ilgili yaptığı bazı konuşmalarda ``laik devlet ilkesine`` aykırı olduğu ileri sürüldü. İddianamede, bu konuşma şöyle yer aldı:

``...Düşünsenize ben toplumda hak ve özgürlüklerin gelişmesi için bu kadar mücadele vermişim, sonra da hayattaki en yakınım olan eşimin hakları için mücadele etmemem istenecek, böyle bir şey olabilir mi? Adalet ve Kalkınma Partisi olarak türban konusunu biz fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında görüyoruz ve değerlendiriyoruz. İsteyen başını örter, isteyen de örtmez, örten de nasıl örteceğine karar verir.

Ben bu türban konusunda en zor konumdaki insanlardan bir tanesiyim. Bu İnsan Hakları Mahkemesi`ndeki Leyla Şahin davası sürecinde de daha net olarak ortaya çıktı. Ben devletin görüşünü ve var olan kanunları savunmak zorundayım, bu yüzden vicdanım ile devlet işleri arasında sıkışıp kalıyorum...

...Bu tip yasaklarla Türkiye`nin bir yere gitmesi mümkün değildir. Türkiye`de azınlıkların dini hakları, özgürlükleri söz konusu olurken, çoğunluğun hak ve hukukuyla ilgili konularda eğer kısıtlamalar varsa, bunlar savunulacak işler değildir. Muhakkak ki bunların bir süresi vardır... Hükümet yasakları kaldırmakta kararlıdır.

...Türkiye`de kadınların yüzde 70`e yakını başörtüsü kullanırken, hala üniversitelerde, birçok yerlerde ne yazık ki sıkıntılar var. Ama bunları kesinlikle unutmuş değiliz, bunu açık söyleyeyim...Bunlar Türkiye`ye yakışmayan yasaklardır...İsteyen başını açar, isteyen örter bu bireysel bir özgürlüktür. Bir problem varsa, çözülecektir. Gittiğim yerlere eşimle davet ediliyorum. Zirve toplantıları da dahil, en ufak protokol sıkıntısı çekiyor değilim. Eşime uygulanacak protokol ne ise o uygulanıyor. En ufak bir sıkıntı görülmüyor. Milli Eğitim Bakanlığımız`ın bu adaletsizlikleri (katsayı gidermeye yönelik çalışmaları var, tahmin ediyorum bu uygulamalar bu yıl geçerli olacak. Bir Anayasa değişikliği olmadan YÖK`te reformları gerçekleştirmek mümkün değil. Türkiye`nin her tarafında reformlar olurken, `Üniversite dokunulamaz, YÖK dokunulamaz` demek çok mantıksız, kabul edilemez bir şey.``

DANIŞTAY`IN TÜRBAN KARARI

Abdullah Gül`ün, Danıştay 2. Dairesi`nin, öğretmen Aytaç Kılınç`a ilişkin kararıyla ilgili söylediği şu sözler de iddianamede yer aldı:

``Doğrusu bunu kaygıyla karşılıyorum ve hayretler içinde kaldık. Türkiye`nin giderek demokratikleşme eğilimine ters bir davranıştır bu. Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış bildiğiniz gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Halbuki Türkiye giderek demokratikleşen, bireyin, toplumun haklarının daha da genişletilmesine doğru bir yöneliş içindedir. Bu, Türkiye`nin yönelişine ters bir karardır... Bizim anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yanadır. Bu açıdan kararı yanlış ve tehlikeli görüyorum...Çünkü böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir öğretmeni bile, (öğreniciye yanlış örnek oluyor) diye suçlarsınız. Çünkü görebildiğim kadarıyla bu karar dini bir vecibeyi yanlış bir örnek olarak gösteriyor. Bunlar çok tehlikeli ve yanlış şeylerdir, umut ederim ki düzelir.``

ARINÇ`IN DEMEÇLERİ

TBMM Başkanı Bülent Arınç`ın, TBMM Başkanlığı yaptığı dönemdeki ``laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri``, 16 başlık altında sıralandı.

``Girişim`` dergisinde hem kendi ismi ve hem de ``Mir Mahmut Rıza`` adıyla Cumhuriyet karşıtı yazıları yayımlanan Kemal Öztürk`ün, TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından 2003 yılında ``İletişim Danışmanlığı`` görevine getirildiği belirtilen iddianamede, Arınç`ın, kamusal alan ile ilgili söylediği sözlere yer verildi. Arınç`ın, ``Anayasa ve kanunlarda `kamusal alan` diye açıkça tarif edilmiş hiçbir şeyin bulunmadığını... Anayasa`da olmayan, bir kanun içerisinde yer almayan bir kavramı kimse kendi düşüncesiyle böyle olmalıdır diye kural olarak koyamaz ve dayatamaz... Anayasa`yı yapan kurum Meclis`tir. Başka hiçbir kimse yasama yetkisini paylaşamaz`` dediği ifade edildi.

Arınç`ın, ``...Bu Anayasa Mahkemesi`ni Meclis`te yapacağım bir Anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim... Yüce Divan yetkisini alabilirim...`` şeklindeki sözlerine de yer verilen iddianamede, Arınç`ın, Başkanlığını yaptığı TBMM`nin mescidinde Kur`an-ı Kerim kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı kaydedildi.

İddianamede, Arınç`ın, TBMM`nin açılışının 86. yıl dönümünde özel gündemle toplanan Genel Kurul`da yaptığı laiklikle ilgili şu konuşması da ``laik devlet`` ilkesine aykırı olduğu savunuldu. Arınç`ın bu konuşması iddianamede şöyle yer aldı:

``...Tartışmaların odağında yer alan ve neredeyse tüm fikir ayrılıklarının gelip dayandığı bir başka konu da laiklik ilkesidir. Açıkça belirtmeliyim ki, Anayasa`mızın değiştirilemez maddesi olan laiklik ilkesine, Türkiye`de karşı çıkan kimse yoktur. Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaşanmıştır...

Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir...

Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir. Bu çelişki yıllardır Türkiye`nin iç huzurunu zedelemekte ve bitmez tükenmez sorunları beraberinde getirmektedir. Aydınların, siyasetçilerin ve akademisyenlerin hep birlikte çözmesi gereken yorum farkından kaynaklanan işte bu çelişkidir.``

Arınç`ın, bu konuşmasıyla ilgili sorulara verdiği ``...Toplumsal barış projemizi gerçekleştirmek zorundayız. Bunun gerçekleşebilmesi için bazı konularda el birliği yapmamız gerekir. Bu laikliğin yorumlanmasıdır...Laiklikten ne anladığınızı ortaya koymalısınız. Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliği bir barış ve özgürlük, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir`` şeklindeki yanıtlar da iddianamede yer aldı.

LAİKLİKLE İLGİLİ SÖZLERİ

Arınç`ın ayrıca, ``Anayasanın hiçbir yerinde, `laiklik şu anlama gelir` şeklinde bir madde yok`` dediği, ``Laikliğin, devletin, Cumhuriyetin bir vasfı olduğunu, insanların laiklik vasfının olmadığını`` ifade ettiği belirtilen iddianamede, ``...Biz burada laikliği din ve vicdan özgürlüğü olarak anlayabiliriz... Yargıtay içtihatlarında 1985`e kadar katı laiklik anlayışı vardır. Bu tarihten sonra katı laiklikten ayrılmıştır. Bir içtihatta der ki: `Laikliğe iman etmek mecburiyetinde değilsiniz.` Bugün `dini ibadetler bile yasaklanabilir` anlayışını kabul etmiyorum. Bir bayanın başındaki örtüsünü sokakta bile giyemeyeceğini, taşıdığı kamusal görev sebebiyle yasaklayan bir anlayışın, dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığını düşünüyorum... Kamusal alanı devletin hizmet verdiği alanlar olarak sınırlamaya sokamazsınız...`` şeklindeki beyanları da yer aldı.

İddianamede ayrıca, Arınç`ın yaptığı bir başka konuşmada, ``Siz ifade özgürlüğüne tam sahip değilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiye yapmaya mecbursunuz`` ve ``...Meclisimizin sivil, dindar, demokrat bir Cumhurbaşkanı seçecek olmasına yine itiraz ediliyor... Bu tanım kim ne derse desin, Türk milletinin kendi öz Cumhurbaşkanı tanımıdır`` şeklindeki sözlerine yer verildi.

TÜRBAN

İddianamede, Arınç`ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin (AİHM) Leyla Şahin hakkındaki kararıyla ilgili söylediği, ``...AİHM`in bu kararının hukuki anlamda Türkiye için bağlayıcı olmadığını, yasaklılığı savunmadığını, bu yasakların kaldırılması halinde de kendisinin herhangi bir kısıtlayıcı madde getirmeyeceğini düşünüyorum. Bu karar sebebiyle Avrupa ya da ABD`de de yüksek öğretimde, yani üniversitelerinde başörtüsünün yasaklanmayacağını düşünüyorum. AİHM büyük bir yanlış yapmıştır`` şeklindeki sözleri de laik devlet ilkesine aykırı olduğu öne sürüldü.

Arınç`ın, başörtüsünün yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması amacıyla Anayasa`nın 10 ve 42. maddelerinde değişiklik yapılması teklifinin görüşmeleri sonrasında yaptığı, ``...İnsanlar sokakta teneke çalmaya başladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazi olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda...`` şeklindeki sözlerine de yer verilen iddianamede, Arınç`ın başörtülü öğrencileri kastederek, ``...Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaşları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz...`` şeklindeki açıklamasının da laiklik ilkesine aykırı olduğu ifade edildi.

HÜSEYİN ÇELİK`İN AÇIKLAMALARI

İddianamede, Milli eğitim Bakanı Hüseyin Çelik`in ``laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri`` ise 9 başlık altında toplandı.

İddianamede, Çelik`in, mesleki teknik eğitim mezunlarına ÖSS`de uygulanan katsayılarla ilgili sorunu yapacakları değişikliklerle çözeceklerini söylediği,İmam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişini zorlaştıran katsayı engelini ortadan kaldırmaya söz veren hükümet tarafından hazırlanan imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerine kolaylık sağlayan, üniversiteye giriş sınavını Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu`nun ortaklaşa düzenleyeceğini ve kılık-kıyafet yönetmeliğinin üniversiteler tarafından hazırlanacağını öngören `Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun` TBMM Genel Kurulu`nda kabul edildiği, ancak Cumhurbaşkanı tarafından veto edildiği belirtildi.

Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliğinde yapılan değişikliklere ilişkin gösterilen tepkileri değerlendiren Çelik`in, konuya ilişkin sözleri iddianamede şöyle yer aldı:

``Açıköğretim Lisesi Yönetmeliğine, sırf imam hatipliler de faydalanacak diye karşı çıkanlar, gerginliği hedefleyenlerdir... Yönetmelikte imam hatipler geçmiyor. Bu Yönetmeliğe `İmam Hatip Yönetmeliği` adını koyuyorlar... Biz, `Herkesin faydalandığı bir haktan imam hatipler de faydalansın` diyoruz. `Hayır, onlar faydalanmasın` tavrının izahı yok...Hukuksuzluk yok, aksine, bir adaletsizliğin bir ölçüde de olsa giderilmesi var... Bir Milli Eğitim Bakanı`ndan beklenen, eşitlik ilkesine aykırı hareketler midir? Yoksa, ayrım yapmaksızın bütün memleket evlatlarını aynı muhabbetle kucaklamak mıdır?...Şimdi birileri, İmam Hatiplilerin nefes almasına karşı çıkıyor. Yani, biz `Herkes nefes alacak` dediğimizde, hemen soruyorlar: `İmam Hatipliler de nefes alacak mı?..` `Evet, onlar da nefes alacak. Onlar nefessiz kalmasın` diyoruz. `Hayır` diyorlar. `Onlar nefes almasın. Onlar nefessiz kalsın.` Böyle bir yaklaşımı kabul etmek mümkün mü? ...Kanun geçmiş olsaydı, takılmamış olsaydı adaletsizlik giderilmiş olacaktı.``

Hüseyin Çelik`in, 2004 yılı Haziran ayında Isparta Yalvaç İlçesinde bir anaokulunun açılış töreninde, 2 türbanlı kızın ellerinde bulunan pankartlara atıfta bulunarak; ``...Meslek liselerini unutmuş falan değiliz, her şeyin zamanı vardır, siz bir şey yapmak istersiniz, onun zamanı gelmediyse, onu bir süre ertelemiş olabilirsiniz, ama biz bu haksızlığın bu yanlışlığın, bu zulmün giderilmesi için bundan sonraki süreçte de gereğini yapacağız, bundan emin olabilirsiniz`` dediği aktarıldı.

MÜFREDAT DEĞİŞİKLİKLERİ

İddianamede ayrıca, 2005 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatında değişiklik yapılarak, öğrencilere ``dinsel etkinlik programı`` hazırlandığı, Talim Terbiye Kurulunun onayladığı programa göre; etkinlikler kapsamında ders veren öğretmenin öğrencileri camilere, mezarlıklara götürerek uygulamalı ders verebileceği de belirtildi.

Çelik`in, ``camide abdest, namaz ve mezarlık ziyareti gibi uygulamaları içeren etkinliklerin mecburi olmadığını`` belirttiği, ``...Müfredat hazırlanırken laiklik ilkesinden kesinlikle taviz verilmedi. Aksine laiklik ilkesini pekiştirmek esas alındı... Öğrenciler camilere götürülecek, abdest alınacak... Bunlar öğretmenin ne yapabileceğini anlatan bir cümledir. Bu bir mecburiyet değildir. Ama önemli olan sizin ne dediğiniz değil, iletişimde karşı tarafın ne anladığıdır. Bu meseleye ben de muttali olduğum zaman arkadaşlarıma dedim ki `Bunları çıkarın`. Talim ve Terbiye Kurulu da çıkardı`` şeklindeki sözleri de iddianamede yer aldı.

İddianamede, Hüseyin Çelik`in, AİHM`in Leyla Şahin kararı ile ilgili, ``Karar, siyasidir. Avrupa tarihinde benzeri kararlar vardır. Bu, bir çeşit Dreyfus Davası`dır. AİHM`in Leyla Şahin ile ilgili verdiği kararı genelleştirirseniz, evdeki hanımların, tarlada başörtülü hanımların, bütün Müslüman başörtülü hanımların radikal fundamantalizmin birer sembolü, temsilcisi olduğu gibi yoruma varırsınız. Bu da son derece vahimdir. Mahkeme, Leyla Şahin davasında son noktayı koymuş olabilir, ama hak, hukuk son nokta tanımaz`` dediği de aktarıldı.

Çelik`in, Başbakan Erdoğan`ın ``ulema`` açıklamasıyla ilgili sözlerinin ``tefsire gerek olmayacak kadar açık`` olduğunu belirterek, ``(İnancım gereği yapıyorum) diyen insanın yaptığının dinde olup olmadığını tartışmak, size düşmez`` dediği aktarılan iddianamede, Çelik`in, ``...Yapılan, dini inançlardan dolayı yapılıyorsa, tesettür dinin emrine göreyse buna inanır veya inanmazsınız. Hakim hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti`nin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin sahibi biziz. Hiç kimsenin uyarısına ihtiyacımız yok`` şeklinde beyanlarına da yer verildi.

ÇELİK`İN KİTABINDAN ALINTI

İddianamede, Çelik`in, ilk baskısı Eylül 2002`de yapılan ``Türkiye`de Değişim, Demokrasi ve Aydınlar`` adlı kitabından da alıntılar yapıldı. İddianameye göre, Çelik`in kitabından yapılan alıntı şöyle:

``Amerika`da Washingtoncılık, İngiltere`de Churchillcilik, Fransa`da De Gaullecülük, Hindistan`da Gandicilik ve Pakistan`da Cinnahcılık diye bir şey yoktur, ancak Türkiye`de üstelik resmi ideoloji haline getirilmiş Atatürkçülük diye bir şey vardır... Bütün dünyada, milli lider olarak kabul edilmiş kimselerin değil, bizimki gibi binlerce, yüz binlerce büstüne, belki onlarcasına bile rastlanmaz... Atatürk büstlerinin önünde esas duruşa geçip saygı duruşunda bulunurken, özel defterlere yazdığımız yazılarda neredeyse onun ruhaniyetinden istimdat ederken bizim yaptığımızın adı nedir Allah aşkına? Halk ne yaparsa cehaletinin gereğidir, ama biz ne yaparsak ayn-ı hikmettir, öyle mi?...Dünyanın hiçbir yerinde ülkesini kurtarmış bir liderin öldükten sonra kanunla korumaya muhtaç hale getirildiği görülmemiştir...Atatürk`ü sevmek için geçmişi ayaklar altına almak zorunda olmadığımız gibi bu ülkede yaşayan herkesi ille de Atatürk`ü sevmek zorunda bırakmak gibi bir mecburiyetimiz de yoktur...``

İddianamede, bir soru önergesine karşı Çelik`in, öğrencilerinin çoğunluğunun türbanlı olduğu öne sürülen Özel Şefkat Kolejinde yönetmeliğe aykırı bir durum olmadığını açıkladığı, TÜBİTAK`ın ödül töreninde Milli Eğitim Bakanlığı müsteşar yardımcısının bu okulun türbanlı öğrencisine ödül vermesi hakkında ise; ``Öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin yönetmeliğin okul içindeki düzenlemeye yönelik olduğu, adı geçen öğrencinin diğer öğrencilerden ayrı olarak sonradan salona geldiği ve adı okununca geldiği, günlük kıyafetiyle gayri ihtiyari sahneye çıktığı dikkate alındığında bakanlığımız ilgililerinin öğrencinin başı kapalı olarak ödülünü alması hususunda kusurlu olmadıkları`` şeklinde konuştuğu belirtildi.

ÜAK`A ELEŞTİRİ

Çelik`in, Yükseköğretim Kanunu`nun Ek 17. maddesinde değişiklik yapılmadığı gerekçesiyle türbanlı öğrencileri üniversitelere almayan ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan`ı istifaya davet eden Üniversitelerarası Kurul(ÜAK) üyelerini eleştirerek, ``...Hukuk devletinde anayasa hükmü değişse, yürürlüğe girse bile, özgürlükleri sınırlandırıcı bir şey olmamasına rağmen, `Ben üniversiteme almam` sözünü dillendirmek kimsenin hakkı olamaz. Üniversite rektörlerin, yöneticilerin malı değildir. Pozisyonu ne olursa olsun, hukuk devletinde herkes haddini bilmek zorunda`` şeklindeki sözleri de iddianamede yer aldı.

Hüseyin Çelik`in, hakkında ``görevi kötüye kullanmak ve benzeri suçlardan suç`` duyurularında bulunulan Yök Başkanı Özcan ile ilgili, ``Soruşturma açmaya yetkim var. Ama ben YÖK Başkanı`nın söylediklerinin suç teşkil ettiğini düşünmüyorum. Soruşturmaya izin vermeyeceğim`` şeklindeki sözleri de iddianameye konuldu.

BAŞBAKAN ERDOĞAN`IN KONUŞMALARI 61 BAŞLIK ALTINDA TOPLANDI

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, ``laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği`` iddiasıyla AK Parti`nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi`nde açtığı davanın iddianamesinde, ``AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın laiklik ilkesine aykırı eylem ve demeçleri`` 61 başlık altında toplandı.

Erdoğan`ın, 2003 yılı Mayıs ayında Malezya gezisinde News Straits Times adlı gazeteye, ``Modern bir İslam devleti olarak Türkiye, medeniyetlerin uyumuna örnek olabilir`` demecini verdiği kaydedilen iddianamede, Onursal Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya`nın 2003 Yılı Adli Yıl açılış konuşmasında, ``...Sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerle İslami devlet kurmak isteyenlerin amaçları aynı...`` şeklindeki sözlerine, Erdoğan`ın ``...Bu bir defa çirkin ve olumsuz bir yaklaşım, bir defa özgürlükleri farklı bir noktada olan kişinin özgürlük alanına kadar o alana giremezsiniz. Siz bir dinin mensubuysanız, farklı bir dinin mensubunun olduğu alana giremezsiniz. İnancınızın gereği neyse, bu inanca saygı duymak yönetimlerin görevidir. ...Kaldı ki, şu anda yaşanan süreçte gerek Türkiye`de, gerek Batı`da, gerek Dünya`da tamamıyla dinlere saygılı olan bir anlayışın egemen kılınması, aynı şekilde düşünceye ve örgütlenmeye saygılı yapıların, özgürlüklerin oluşmasına fırsat verilmesini devamlı olarak imkânını hazırlıyor. Biz de böyle bir gayretin içindeyiz...`` şeklinde yanıt verdiği, bunun laikliğe aykırı bir söylem olduğu savunuldu.

İddianamede, Erdoğan`ın 22 Ağustos 2001 tarihli açıklamasında, ``...Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz. İnsan iki dine mensup olamaz. Asıl itibarıyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur. Dine mensupluksa ferdi bir tasarruftur. O manada söyledim` dediği`` kaydedildi.

Erdoğan`ın, Avustralya`nın Sydney kentini gezerken, ``Herkes kendi kimliğiyle övünebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Kürt Kürtlüğüyle, Türk Türklüğüyle, Çerkez Çerkezliğiyle, Laz Lazlığıyla övünebilir. Etnik kimlik anlamında söylüyorum. Ama bizi üstte birbirimize bağlayan üst kimlik TC vatandaşlığıdır. Bu ortak paydadır...Hepimizi yaratan mutlak yaratıcı Allah`tır. Ayrıma ne gerek var. O üst ortak paydada birleşip el ele vereceğiz`` şeklindeki sözleri de iddianamede yer aldı.

2005 yılı Mayıs ayında Erdoğan`ın, izinsiz açılan Kuran kurslarıyla ilgili olarak ``Bir defa, şu ifade, çok çirkin bir ifade, Kaçak Kuran kursu diye bir ifade olmaz. Yanlış bir şey. Bir defa, kanunun ruhuna aykırı. Kuran öğrenilir. Kuran`ı öğrenmede kimse suç ifadesi kullanmaz. Bu millet Müslüman`dır ve Müslüman olan millet, kendi kitabı Kuranı da rahatlıkla öğrenebilir...Önce bu millet, Müslüman olarak, tabii ki kendi kitabını öğrenecektir, bilecektir ama onun ruhunu kavrayacaktır. Onun ruhunu kavramasına yönelik de kendi çarelerini bu millet, yasalar içerisinde, tabii ki üretecektir`` şeklindeki sözleri de iddianamede laiklik ilkesine aykırı açıklama olduğu savunuldu.

İddianamede, Erdoğan`ın daha önce basına yansıyan, ``Fanilere kul olmayacağız, sadece Allah`a kul olmanın hazzını yaşayacağız``, ``Türkiye`de şu anda birilerinin şeriatı var. Ama bu şeriat tükendi. Şu anda kahrolsun şeriat diyenler, kendi kendilerine kahroluyorlar``, ``Ben İstanbul`un imamıyım``, ``Elhamdülillah şeriatçıyım``, ``Yılbaşına karşıyım``, ``Ata`ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok``, ``Yirmi yıl önce, yirmi beş yıl önce deselerdi, pop yıldızlarının çılgınlıklarını sergiledikleri Gülhane Parkı`nda bir gün gelecek, Allah`a aşık olanlar, ona sadık olanlar, muhlisler bu çınarların altını dolduracak ve buradan dünyaya nasıl Orta Çağ`ın karanlıklarından bir yeni çağ açmışlarsa, Allah`ın izniyle bir yeni çağ açılmışsa, Allah`ın izniyle yeni bir çağ, zulüm çağı kapatılacak, aydınlık bir çağ açılacaktır``, ``İmamlar da nikah kıysın,, ``Ben tekkeye değil, dergaha gittim`` şeklindeki açıklamalarına da yer verildi.

``MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİ ÇIKARDIK``

Erdoğan`ın, AK Parti iktidara geldikten sonra sürekli ``gelişerek değiştiğini`` ve Milli Görüş için ``Biz o gömleği çıkardık`` şeklinde açıklamalarda bulunduğu hatırlatılan iddianamede, Erdoğan`ın katıldığı bir programda söylem değiştirerek, ``Siyasete girerken farklı, siyasetten sonra farklı bir yaşam tarzı mı uygulayacağım, halkımı mı aldatacağım? Dün neysem, bugün de oyum, değişemem, değişmedim`` dediği ifade edildi.

Erdoğan`ın, kızlarının neden başörtüsü taktığı sorusuna, kızları Sümeyye Erdoğan ve Esra Albayrak`ın Kuran`a uyduğunu dile getirerek, ``İnançlı Müslümanlarız. Kuran`da kadının toplum içinde türban takması gerektiği yazıyor``, ``Bundan, din ve devlet işlerinin ayrılmasına karşı olduğum anlamı çıkmaz. Ayrıca kızım türbanı şık buluyor``, ``Yüksekokullardaki türban yasağını hata olarak görüyorum. Bir demokratik ülke din özgürlüğünü sağlamalı. Buna, vatandaşların dinlerini yasalara saygı koşuluyla semboller vasıtasıyla ifade etmesi de dahildir. Türban yasağı liberal değildir`` şeklindeki yanıtlarının da laiklik karşıtı açıklamalar olduğu ileri sürüldü.

DANIŞTAY`IN TÜRBAN KARARI

Erdoğan`ın, Danıştay 2. Dairesinin öğretmen Aytaç Kılınç ile ilgili kararıyla ilgili, ``Bu kararı hukuk ilkeleri içerisinde tanımlayamıyorum. Tarif edemiyorum. Kalkıp da bir anaokul öğretmenine, öğretmenlik yaparken başını açtın, dışarda da başın açık olarak gezeceksin deme hakkına kimse sahip değildir...Türkiye`de kendilerine göre alanlar belirlemek suretiyle vatandaşımızın din ve vicdan özgürlüğünü kimsenin kısıtlamaya hakkı yoktur. Bu böyle biline`` şeklindeki sözlerine yer verildi.

İddianamede, Ankara Mehmet Akif Kız Kız Öğrenci Yurdu`nda öğrencilerle birlikte iftar yemeği yiyen Erdoğan`ın, bir öğrencinin türbana ilişkin sorusuna, ``...En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir. Bunun için uğraşıyoruz. Bunu çözmek en büyük aşkımdır...Üniversitelere özgür, istediğiniz gibi girebileceksiniz`` dediği belirtildi.

Adana/Kozan`da bir kompozisyon yarışmasında ödül alan Tevhide Kütük isimli lise öğrencisinin, resmi ödül töreninde türbanı ile yer almak isteyince kürsüden indirilmesine ve Rize`de yaşanan benzer bir olayda, Erdoğan`ın her iki öğrencinin ailelerine telefon ederek üzüntülerini bildirdiği ifade edilen iddianamede, Erdoğan`ın, ``bu haksızlıkların bir gün mutlaka biteceğini, başörtüsü ile resmi toplantılara katılmalarına izin vermeyen kamu görevlileri hakkında inceleme talimatı verdiğini`` belirttiği kaydedildi.

``VELEV Kİ (TÜRBAN) BİR SİYASİ SİMGE``

Başbakan Erdoğan`ın, bu yılın Ocak ayında ``Medeniyetler İttifakı Forumu`` için gittiği İspanya`da, yaptığı konuşma da iddianamede şöyle yer aldı:

``...Benim partim içinde nasıl başörtülü varsa diğer partiler içinde de var. Hepsinin siyasi tercihidir bu. Bu onların siyasi tercihine, dinin bir gereği olarak başını örttüğüne inanan ve bunu bu şekilde uygulayana zorla şu söyleniyor; `sen bunu siyasi simge olarak takıyorsun` deniyor. `Hayır ben bunu siyasi simge olarak takmıyorum` diyor. Velev ki (türbanı bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı da suç kabul edebilir misiniz? Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?``

KURAN KURSU YÖNETMELİĞİ

Yaz Kuran kursları açılabileceği, kadrolu öğretici bulunmadığı takdirde imam hatip lisesi mezunlarının öğretici olabilecekleri gibi hükümler getiren 24 Kasım 2003 tarihli ``Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik``in, gelen tepkiler üzerine değiştirildiği anlatılan iddianamede, Erdoğan`ın, ``öğrencilerin önündeki eğitim engellerinin kaldırılması gerektiğini`` söyleyerek, önceki değişikliğin destekçisi oldukları mesajını verdiği ileri sürüldü.

Erdoğan`ın, bir başka konuşmasında, irticanın ikide bir gündeme getirilmesinin yanlış olduğunu vurgulayarak, ``Önce irticanın bir tanımını yapın? Eğer irtica dini siyasete alet etmekse, Türkiye`de dini siyasete kimlerin alet ettiği bellidir. Ama eğer siz dindar insanları siyasetten alıkoymak için bunu konuşuyorsanız, bu millet de sizi affetmez. Bunu böyle bilin. Bu ülkede dindar insanların da siyaset yapma hakkı vardır`` şeklindeki sözlerinin de laik devlet ilkesine aykırı olduğu öne sürüldü.

BEYAZ ÇARŞAF

Erdoğan`ın, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal`a yönelik olarak, ``İdam sehpasının yolunu gösteriyor. Biz bu yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız. Bu konuda rahatız`` dediği belirtilen iddianamede, Erdoğan`ın şu sözlerine de yer verildi:

``...Her şeyden önce sessiz duran yığınların bir temsilcisiyim. Bakın alanlara, belli insanlar gelip toplanıyor. Onlar da benim vatandaşım ve oralarda bazı senaryolar düzenleniyor. Sabırla izliyorum. Bulunduğum makam nedeniyle. Ama şu anda böyle bir şeyin karşısında eğer gerilim taraftarı olsam o meydanlara 10 katını biz toplarız...5 yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır sabır dedik...Din İşleri Yüksek Kurulu 1980`de Kuran-ı Kerim`den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu adetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.``

Erdoğan`ın ayrıca, 7 Mart 2008`de Uşak`ta, kendisine ``Af yok mu?`` diye seslenen bir vatandaşa, ``...Af yok, suç işleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım...`` şeklindeki yanıtı da iddianamede yer aldı.

Başbakan Erdoğan`ın 2005 yılı Nisan ayında, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin`in ``türbanla`` ilgili yaptığı açıklamalara verdiği yanıtların da aldığı iddianamede, Erdoğan`ın parti grup toplantıları, konferanslar, yurt dışı ziyaretleri ve seyahatlerinde uçakta yaptığı açıklamalara da yer verildi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, ``laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği`` iddiasıyla AK Parti`nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi`nde açtığı davanın iddianamesinde, gösterilen delillerin, Anayasa`nın 10. ve 42. maddelerinin ``laiklik ilkesinin özüne dokunmak`` amacıyla değiştirildiğini kanıtladığı ileri sürüldü.

İddianamede, ``AK Parti hükümetlerinin laiklik ilkesine aykırı diğer eylemleri`` 14 maddede sıralandı.

Milli Eğitim Bakanlığının, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri Başkanlıkları Yönetmeliği`nde değişiklik yaptığı, Danıştay`ın yönetmelik değişikliğini iptal etmesi üzerine, yönetmelikte yeniden bir değişiklik yapıldığı, Diyanet İşleri Başkanlığı`na bağlı ilköğretimin 5. sınıfını bitiren öğrenciler için açılan yaz Kuran kursları ilköğretim müfettişlerinin denetimi kapsamına alınırken diğer Kuran kursları ile dernek ve vakıflarca açılan öğrenci yurtlarının yine denetim kapsamı dışında tutulduğu belirtildi.

İddianamede, Milli Eğitim Bakanlığının Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği`nde 2006-2007 öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle ilgili önemli bir düzenleme yaparak, İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencileri ya da mezunlarının, Açık Öğretim Lisesinde bir dönem öğrenim gördükten sonra Öğrenci Seçme Sınavı`nda (ÖSS) istedikleri alandan sınava girebilmelerine olanak tanındığı kaydedildi. Bu yönetmeliğin, Danıştay kararıyla yürütmesinin durdurulduğu da hatırlatıldı.

İddianamede, Milli Eğitim Bakanlığının Şubat 2002 tarihli Tebliğler Dergisi`nde yayımlanan Merkezi Sistem Sınav Yönergesi`nde yapılan değişiklikle ``örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini sağlamak`` maddesinin, ``Adayların temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle sınava girmelerini sağlar`` ifadesiyle değiştirildiği belirtildi.

İÇKİLİ YERLER GENELGESİ

İçkili yerlerin açılması ve ruhsatlandırılmasına ilişkin yapılan hukuki düzenlemelere de yer verilen iddianamede, yapılan bu düzenlemeler üzerine belediyelerin, yönetmeliğe ve yönetmeliğe aykırı çıkarılan genelge hükümlerine göre işlemler yaptığı, uygulamaların içki içilmesi ve satılmasını kısıtlama kampanyasına dönüştürüldüğü, resmi kurumlara ait sosyal tesislerde içki yasağı uygulamasına başlandığı ileri sürüldü.

Sağlık Bakanlığınca hazırlanan Sağlık Kuruluşları Ruhsatlandırma Yönetmeliği Tasarısı`nda, birinci basamak sağlık kuruluşlarında, hastaların dini gereklerini yerine getirebilecekleri mekanlar ayrılmasının öngörüldüğü AİHM`in, Refah Partisi kapatma davası kararından alıntılar yapılan iddianamede, AİHM`in kararında, ``...Laiklik ilkesine saygı duymayan hiçbir hareket kabul edilemez ve koruma göremez`` denildiği belirtildi.

Türkiye`nin, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan milletler arasında laiklik ilkesini Anayasasına alan ilk Cumhuriyet olduğundan, laikliğin Türkiye Cumhuriyeti`nin esasını oluşturduğu, diğer devrimlerin de bu ilkeler üzerine yapılandırıldığı kaydedildi. İddianamede, şu görüşlere yer verildi:

``İlk ve yeni olan bu ilkenin daha çok korunması gerekmekle Türkiye`deki laisizm, batıdakinden farklı ve yaşamsal bir yapıya sahip bulunduğundan, toplumca içselleştirildiğinden Türkiye`nin bu tehdit ve tehlikeler karşısında gerekli koruma önlemlerini alma hakkı bulunmaktadır.

Bu noktada davalı partinin dinsel simgelere getirilen yasağın sadece Türkiye ile sınırlı olduğuna ilişkin iddiası yanıltıcıdır.

Türkiye`de siyasal İslamcı akımların ve aynı esasa dayalı politikalarıyla davalı siyasi partinin nihai amaçlarının hukuk devleti yerine, dini esaslara dayalı bir devlet sistemi kurmak (şeriat) olduğu görülmüştür. Bu amaca ulaşıncaya kadar `takiye` yöntemini kullanacakları kendi ifadeleriyle açıklanmaktadır. Tabanlarından gelen baskı karşısında sabır ve itidal tavsiyeleri bunun işaretidir. Oysa şeriat düzeni Anayasa, İHAS ve buna bağlı olarak Avrupa kamu düzeni ile hiçbir biçimde bağdaşmamaktadır.

Bu yolda siyasal İslam`ın ya da Türkiye`ye giydirilmek istenen `ılımlı İslam` modelinin bir şeriat devletine dönüşmesi ve gerekirse bu yolda İslami terörün de kullanılması uzak bir olasılık değildir. Nitekim yakın tarihte bölgemizde geçiş dönemi örneği olarak, sıkça öne çıkarılan kimi devletlerin daha sonra kaçınılmaz biçimde radikal bir değişikliğe uğrayarak kökten dinci bir rejime dönüştüğü görülmüştür.

Davalı parti ileri gelenlerinin gerek siyasal alandaki söylemlerinde, gerekse eğitim ve öğretim programlarındaki uygulamalarında, Cumhuriyet öncesi döneme sıklıkla vurgu yapmaları; o döneme ait uygulamaların ve şeriata özgü çok hukukluluğun üstü kapalı olarak canlı tutulması ve yerleştirilmeye çalışılmasıdır.``

``İSLAM`A YÖNELİK POZİTİF AYRIMCILIK``

``Çok hukukluluğun ve İslami yönden sınırsız özgürlüğü savunmanın, İslam`a yönelik pozitif ayrımcılık`` olduğu savunulan iddianamede, şöyle devam edildi:

``Bu suretle devlet ve laik hukuk dışlanmaktadır. Sonuçta bu doğrultuda atılan adımlar yoğunlaştıkça İslami düzen ortaya çıkmakta ve laiklik de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Bu bağlamda dinsel bir simge olan türbanın yükseköğretimde ve giderek tüm alanlarda serbestçe takılmasına yönelik politikalar, imam hatip okullarının sayısının arttırılması ve katsayı sisteminin kaldırılması gibi uygulamalar genel nüfusun ağırlıklı inanç yapısı gözetildiğinde İslam için bir pozitif ayrımcılıktır.

Laik devlet, yapısı ve değerleriyle dini hüküm ve kurallara bağımlı olmayan, bilimin esaslarına uygun ve din kurallarından bağımsız olarak her türlü düzenlemeyi yapabilen, din kurallarının yasa koyucuyu sınırlayamadığı devlettir. Bireyler de laik devletin koyduğu kuralların din kurallarına aykırı olduğunu ileri sürerek bu kurallar nedeniyle eğitim ve öğrenim haklarının engellendiğini ileri süremezler. Çünkü laik devlet fertlerin toplumsal yaşamdaki işlerini ilgilendiren konularda din kurallarıyla bağlı olmaksızın kamu düzeni ve yararını gözeterek serbestçe düzenleme yapabilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın başlangıç dahil birçok maddesinde yer alan laikliği başka bir biçimde anlama ve yorumlamanın imkanı yoktur. Oysa başta davalı partinin genel başkanı ve bir dönem TBMM Başkanlığı da yapmış olan Bülent Arınç ve diğer parti ileri gelenlerinin `anayasada laikliğin bir tanımının bulunmadığını, Türkiye`deki laiklik uygulamasının Fransız laiklik anlayışına yakın olduğunu, oysa anglo sakson bir laiklik anlayışının Türkiye`nin laiklikle ilgili sorunlarını çözeceğini, insanların laik olamayacağını, ancak devletin laik olabileceğini, kendilerinin dini inançları nedeniyle laik olmadıklarını`, sıklıkla tekrarlamaktadırlar. Burada dini inancı olanların laik olamayacaklarını vurgulamaktaki asıl amaç, laiklik ilkesini hukuksal yerinden uzaklaştırarak, inançsızlık-inanca dayalı bir ayrımcılık oluşturmaktır.

Ayrıca laikliğin yanlış tanımlandığı iddiası, resmî daire ve üniversitelerde uygulanan türban ve başörtüsü yasağını hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen, zulüm ve zorbalık olarak gösterilmesi, kamu düzenini bozacak nitelikte görülmüştür.``

Erdoğan`ın ``...Af yok, suç işleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım...`` şeklindeki sözlerine yer verilen iddianamede, ``Bu yoruma göre, özel ve kamusal yaşamın tümünü kapsama iddiasındaki İslam şeriatı için hiçbir kısıtlama öngörülemeyecek, ceza hukuku uygulamalarında da şeriat hukukunun kapıları açılacaktır. Bu bakış açısıyla türban bir dini vecibedir ve dini vecibelere kısıtlama getirilemez`` denildi. İddianamede, şu görüşlere yer verildi:

``Gösterilen deliller, Anayasa`nın 10. ve 42 nci maddelerinin laiklik ilkesinin özüne dokunmak amacıyla değiştirildiğini kanıtlamaktadır. Çünkü artık kökten dinciler isteklerini türbanın kamusal alanda da serbest kalmasının ötesine taşımışlar, televizyonlardaki açık oturumlarda `türbanın yasaklanmasını savunanların Mussolini gibi yargılanacaklarını ve cezalandırılacaklarını` çekinmeden söylemeye başlamışlardır. Sadece bu durum bile laik devlet ilkesini ve Türkiye`de laikliği savunanları nasıl bir tehlikenin beklediğini göstermeye yeterli olup, şeriatın içerdiği şiddet unsurunu da sergilemektedir.

Davalı parti, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet`in bütün kazanımlarına karşı mücadeleyi esas alan, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi çizgisinin devamı niteliğinde siyasi bir oluşumdur. Ancak bu partilerin geçmişte kullandıkları radikal, antilaik eylem ve söylemleri nedeniyle hukuki koruma görmemeleri ve bazılarının kapatılmaları gözetilerek, tarihi deneyimden ders alan bir grup tarafından kurulmuştur.

Davalı parti özellikle 22 Temmuz 2008 seçimlerinden sonra, alınan oy oranının etkisi ve cüretiyle toplumu İslam devletine dönüştürecek projelerini önce yeni bir Anayasa taslağı hazırlamak sonra da türbanı gündeme getirmek suretiyle laiklik ilkesini hedef alarak adım adım gerçekleştirmeye başlamıştır.``

``Türban, davalı partinin Cumhuriyet devrimlerine ve özellikle laiklik ilkesine yönelik kararlılıkla yürüttüğü mücadelesinde eğitim, kültür, ekonomik ve sosyal yaşam alanlarında toplumu dönüştürecek karşı devrimin adımlarını atarken kullandığı özgürlükçü söylemli bir dini ve siyasi simgedir`` denilen iddianamede, ``türbanla`` ilgili Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve AİHM kararlarından örnekler verildi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya`nın, ``laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği`` iddiasıyla AK Parti`nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi`nde açtığı davanın iddianamesinde, ``Anayasa`nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükmü olan laiklik ilkesi zedeleniyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının rejimi koruma yetki ve görevi başlayacaktır`` denildi.

İddianamede, siyasi partilerin yasaklanmış eylemlerin odağı haline gelebilmesi için, ``Anayasaya aykırı fiillerin bir partinin üyelerince `yoğun` bir şekilde işlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmesi`` ve ``Anayasaya aykırı fiillerin doğrudan doğruya bir partinin yetkili organlarınca `kararlılık` içinde işlenmesi`` gerektiği kaydedildi.

``AK Parti`nin, Milli Görüş yanlısı partilerin savunduğu çok hukukluluk ilkesinden ayrılamadığı`` öne sürülen iddianamede, bunun, ``kendi hukuklarını egemen kılmak için yargı kararlarına rağmen yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafetin serbest bırakmaya yönelik düzenlemeyi Anayasa`da hüküm altına almak amacıyla TBMM`ye verilen yasa teklifiyle`` acıkça ortaya çıktığı savunuldu.

İddianamede, ``Kişilerin inançlarının veya giyimlerinin ölçü alınması, bazı kesimlere toplum ve Devlet içinde ayrıcalık tanımak olur ki, bu, eşitliği bozacağı gibi demokrasiye de aykırı düşer ve oluşturulan farklı kimliklerin önce ayrımcılık sonra da kaçınılmaz bir şekilde bölünme nedeni olması sonucunu doğurur`` denildi.

AK Parti`nin, ``özellikle Anayasa ile Yüksek Öğretim Kanunu`nda değişiklik içeren tekliflerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin temel ilkelerini değiştirecek zemini oluşturmak niyetini ortaya koyduğu`` ileri sürülen iddianamede, ``Davacı partinin, laik sistemlerde dini simgelerin siyasi amaçla kullanılamayacağını göz ardı ettiği, laik Cumhuriyet`i yeni bir yaşam ve Devlet düzenine dönüştürme kararlılığı içinde olduğu, toplumu dindar olanlar olmayanlar diye ikiye ayırmaya başladığı, ülkenin laik hukuk yapısını aşamalı olarak yeniden biçimlendirip yönlendirmeye çalıştığı, rejimin ve Cumhuriyet`in geleceğini tartışmaya açtığı belirlenmiştir`` denildi.

``LAİKLİK ZEDELENİYORSA BAŞSAVCILIĞIN GÖREVİ BAŞLAR``

``Anayasa`nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükmü olan laiklik ilkesi zedeleniyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının rejimi koruma yetki ve görevi başlayacaktır`` denilen iddianamede, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temel görevinin, ``Cumhuriyet`i, ilkelerini ve kazanımlarını korumak`` olduğu vurgulandı.

``Laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline gelen`` siyasi partinin Anayasa`nın 68/4. maddesi delaletiyle 69/6. maddesi gereğince kapatılmasının gerekti savunulan iddianamede, ``AK Parti`nin iktidar partisi olması nedeniyle beyan ve eylemleri laik Cumhuriyet aleyhine giderilmesi olanaksız zararlar doğurması kapatma yaptırımını gerektirmekte, ortaya konulan eylemler gözetildiğinde kapatma yaptırımının uygulanmasında zorlayıcı sosyal gereksinim bulunmaktadır`` denildi. İddianamede, şu görüşlere yer verildi:

``Kapatma davasının açıldığı tarihte davalı iktidar partisinin türbanın yükseköğretim kurumlarına sokulması için Anayasa değişikliği ile neden olduğu toplumsal kutuplaşma ve gerginlik dikkate alındığında ve özellikle demokratik toplumun düzenli bir biçimde işlemesinin sağlanmaya çalışıldığı ülkemizde, laiklik ilkesinin korunması yasal ve anayasal bir zorunluluk olduğu gibi, bu ilkenin korunmasında genel bir çıkar da bulunmaktadır. AK Parti`nin, bu genel çıkar da gözetilerek kapatılması, zorlayıcı sosyal gereksinim de dikkate alındığında demokratik toplum gereklerine uygundur.``

Türkiye Cumhuriyeti`nin, ``şeriatla yönetilen ve başında İslam şeriatını da simgeleyen halifenin bulunduğu bir modele karşı verilen mücadele sonucu ortaya çıktığı`` anımsatılan iddianamede, kurtuluş mücadelesinin sadece yabancı işgal güçlerine karşı değil, ``kurtuluş ve kuruluşu baltalayan mollalara, şeyhlere ve her türlü din bezirganlarına karşı da verildiği`` vurgulandı.

İddianamede, AK Parti`ye yönelik kapatma yaptırımının uygulanmasının, çoğulcu demokrasinin gereklerine uygun olduğu savunularak, ``Dini kurallara dayalı bir rejimin çoğulcu demokrasi ile bağdaşabileceğini iddia etmek en hafif deyimiyle insanlığın aydınlanma mücadelesini ve sonrasındaki kazanımlarını inkar etmektir`` denildi.

TBMM Başkanı ve başkanvekillerinin de konumları itibariyle eylemlerinin, mensubu oldukları siyasi partiye isnat edilebileceğinin önem taşıdığı belirtilen iddianamede, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç`ın eylemlerinin, mensubu olduğu AK Parti`nin eylem ve söylemiyle örtüştüğü, eylemlerinin AK Parti tarafından destek gördüğü ve bu nedenle Arınç`ın beyan ve eylemlerinin AK Parti`ye isnat edilebilir nitelikte olduğu ifade edildi. İddianamede, partiyi temsil eden organlarca gerçekleştirilen eylem veya söylemlerin, partinin değil, kendi kişisel görüşleri olduğu açıklanmadıkça, bu söylem ve eylemlerin partiye isnat edilebileceği öne sürüldü.

22 Temmuz 2008 Genel Milletvekili seçimi ile AK Parti milletvekili seçilen eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer`in, müsteşarlığı dönemindeki iş ve işlemlerinin de AK Parti`yi bağladığı öne sürülen iddianamede, ``İktidar partisinin laikliğe aykırı eylem ve söylemleri gerçekleştirilmekte ve dile getirilmekte, siyasi parti kendisini sorumlu kılmamak adına, devlet mekanizması gereğince yakın ilişkide bulunduğu bu kadrolardaki kişilerin, siyasi parti tarafından da benimsenen iş ve işlemleri, tartışmasız olarak siyasi partiyi bağlamaktadır`` görüşüne yer verildi.

``SORUMLULUKTAN KURTARMAZ``

İddianamede, şunlar kaydedildi: ``Siyasi partinin hedef ve amaçlarıyla açıkça örtüşen eylem ve söylemler nedeniyle siyasi partinin bu eylem veya söylem sahiplerini eleştirmesi veya haklarında soruşturma yapması, sadece partinin kendisini bu eylemlerden sorumlu kılmamak amacına yönelik olduğunda, bu eylem ve söylemler de siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Göstermelik olarak başlatılan, sonuçsuz kalan veya öngörülenden daha az yaptırımla sonuçlanan soruşturmalar da, o siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Bu nedenle yukarıda irdelenen eylemlerin soruşturma konusu olması, bu eylemlerin AK Parti`ye yüklenmesine engel değildir.

Davalı partinin din ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar ederek, ancak `mutabakat süreçleri` olarak adlandırdıkları yöntemle toplumun İslami bir yapıya doğru evrimleşmesini sağladıktan sonra şeriatı egemen kılacakları gerçeğinden hareketle ve şeriatın tüm toplumu İslami bir düzene kavuşturmayı esas alan `cihat` boyutu ile davalı partinin halen iktidar partisi olması gözetildiğinde, laik rejimi değiştirmek noktasında maddi güç kullanması ve bu tehlikenin uzak olmadığı bir gerçektir. Nitekim AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ve diğer partililerin demokrasiyi çoğulcu değil, `çoğunlukçu` olarak algıladıklarını gösteren eylem ve demeçleri olası bir `çoğunluk diktasının` açık işaretleridir.``

``AK Parti`nin, demokratik düzende faaliyette bulunarak, Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası`na aykırı olarak, demokrasi ötesi bir sisteme ulaşmaya ve bu sistemi gerçekleştirmeye çalıştığı`` öne sürülen iddianamede, ``iktidar partisinin, iktidar olanaklarından hareketle hukuksal yollardan ya da cihat yoluyla amacına her zaman ulaşmasının olanaklı olduğu`` savunuldu.

İddianamede, ``Eylemleriyle ve özellikle laiklik ilkesini dolaylı yoldan bertaraf edecek Anayasa`nın 10 ve 42. maddelerinin değiştirilmesi, Yüksek Öğretim Yasası`nın Ek 17. maddesinde düşünülen değişiklik ile İslami modeli gerçekleştirmeyi açıkça ortaya koyan siyasi partinin kapatılmasının zorlayıcı sosyal gereksinim ve demokratik toplum gereklerine aykırı, soyut, uzak ve gerçekleşemez olduğu ileri sürülemez`` denildi.

``AK Parti`nin, politikasının ortaya çıkardığı tehlikenin belirgin ve yakın olduğu`` savunulan iddianamede, ``medeni barışa ve Türkiye`nin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atıldığı ve bu adımların engellenmesi gereğinin ortaya çıktığı`` ifade edildi.

``KAPATMA YAPTIRIMI TEK SEÇENEKTİR``

``Kapatma yaptırımı uygulanması, çoğulcu demokratik sistemde yapılması gereken ve hukuksal yoldan uygulanabilecek amaca uygun ve orantılı tek seçenektir`` denilen iddianamede, AK Parti`nin eylemlerinin, Anayasa`nın 68. maddesinin 4. fıkrası kapsamında ``insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı bulunmaması ve ayrıca herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlamanın yasak olması`` kurallarına aykırılık oluşturduğu savunuldu.

``AK Parti`nin eylemlerinin yoğunluğu karşısında `onu amacından alı koyacak` ara yaptırımlar ve ara çözümlerin olanaklı olmadığı`` iddia edilerek, ``kapatma yaptırımının, dava yönünden radikal olmayıp, olaya uygun ve orantılı bir yaptırım olduğu`` ileri sürüldü. İddianamede, şöyle devam edildi:

``Kamusal alanda ve TBMM`de de türbana serbestlik sağlanmasına yönelik beyanlar ile imam hatip lisesi mezunlarına uygulanan katsayı sisteminin kaldırılması girişimleri bu tehlikeyi daha somut ve yakın kılmaktadır. Davalı Partinin, toplumsal barışı tehlikeye düşürene ve öngördüğü modeli gerçekleştirene kadar beklenilmesi doğal olarak söz konusu olamaz.

AK Parti`nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı durumuna gelmesinden başka, söz konusu eylemlerdeki yoğunluğun ve kararlılığın düzeyi gözetildiğinde, eylemleri toplumu çok ciddi ve ağır sonuçlarla yüz yüze bırakmaya elverişlidir. Cumhuriyet`in kurulmasıyla terk edilen bir sistemin değerlerinin gündeme getirilmesi, demokratik sistem ve toplum yönünden laik düzenin tesisi ve korunmasında kaçınılmaz olarak çok ağır sonuçlara neden olacaktır.

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 4
Bütün postalar: 4
Bütün kullanıcılar: 2
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 3 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
 
 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol